Piyano ‘nun Tarihsel Gelişimi

 

Bu yazı dizisinde, hem esas melodinin, hem de armoninin çalınmasını sağlaması bakımından müzik aletlerinin en zengin seslilerinden biri olan piyanonun icadı ve gelişimini inceleyeceğiz.

M.Ö. 2650 Çin “Ke” Çalgısı

 

Telli klavyeli çalgıların bilinen en eski atası, tarihi M.Ö. 2650 yılına uzanan Çin Ke’sidir.

Bu çalgı, yaklaşık bir buçuk metre uzunluğundaydı ve tahta bir kutunun üstüne tutturulmuş elli telden oluşmaktaydı. Her bir tel, 81 iyi kalite liften yapılmıştı ve yetenekli bir müzisyen, telin sahip olduğu sesin alt ve üst beşlisini, doğru yöntemler kullanarak elde edebiliyordu.

Daha sonra geliştirilen Ke, hareketli köprülerin kullanıldığı 25 telli bir yapıya ulaştı; her 5 tel için, farklı renkte bir köprü kullanılmaktaydı. Hareket eden köprü sistemi, uzman müzisyenin, çok farklı ses renklerine ulaşmasını sağlıyordu. Dönemin Çinli müzisyenleri için Ke, çalgıların en üst derecesini temsil ediyordu.

 

M.Ö. 500  Monokord

Pisagor’un, M.Ö. beş yüzlü yıllarda, müzikal seslerin matematiksel ilişkilerini bulmak için kullandığı alettir. Tahta bir kutunun üstüne sabitlenmiş tek bir telden oluşurdu ve telin altına konan bir kağıt aracılığıyla, farklı ses derecelerinin işaretlenerek incelendiği bir ölçeğe sahipti. Tel, bu derecelerin gösterildiği farklı pozisyonlardan parmakla çekilerek, değişik perdelerden sesler elde edilirdi.

Yunanlılar tarafından sıklıkla kullanılan monokordRoma İmparatorluğu’nda da, özellikle kilisede, koronun tona girişini kolaylaştırmak amacıyla kullanılmıştı. Arezzo’lu Guido, entonasyonu kesinleştirmek için, çalgıya hareketli köprüler uyarlamıştı.

Hareketli köprü, ardından gelecek olan başka yenilikleri de hızlandırmış, tel sayısı arttırılan monokordlara, klavis (klavye) de eklenmişti. Klavisteki her tuşun, kendine ait bir mızrabı vardı; tuşa basıldığında mızrap, elde edilecek sesin perdesine uygun bir noktadan teli çekip bırakmaktaydı. Klavis, kısa sürede tel sayısının artmasına olanak sağlamıştı. 12. ve 13. yy. da yapılan denemelerle çalgının, tüm sesleri verebilecek özelliğe kavuşması amaçlanmıştı. Bu denemeler, Klavisiteryum (clavicytherium)’u doğurdu.

Klavisiteryum 1300 

1300 yılında İtalya’da keşfedildiği düşünülen çalgı, Almanya’da geliştirilmişti. Teller, arpta olduğu gibi, üçgen biçiminde yerleştirilmişlerdi ve klavisin ucuna sabitlenmiş, tüyden mızraplarla çekilmektelerdi. Klavisiteryum da, gelişerek, klavikordu oluşturmuştur.

  1. yy Echiquier

Adına tarihi kayıtlarda sıkça rastlanan bu çalgıyla ilgili olarak ne yazık ki, detaylı bilgi bulunmamaktadır. Fransızca echiquier, “satranç tahtası” anlamına gelmektedir. Çalgıyı nitelendirmek için kullanılan tek terim bu değildir; İngiltere’de buna chekker deniyordu.

Almanya’da, şair Eberhardus Cersne von Minden, der Minne Regelen (1404)’de, Clavycymbolum (klavsen), Clavichordium (klavikord) yanında bir de Schachtbret’ten bahseder ki bu sözcük, Almanca’da echiquier’in karşılığıdır.

Çalgının yapısına atıfta bulunan çok az belge vardır.Bunlardan biri, 1388 yılında Aragon Kralı I. John’un, Burgundy Dükü’ne yazdığı bir mektuptur. Kral John, bu çalgının aslında orga benzemekle beraber, teller aracılığıyla ses çıkarttığını yazmıştır. Bazı yazarlar, bu çalgıyı, ilkel çekiç mekanizmasına sahip bir klavikord olarak düşünmektedirler. Diğer yazarlar ise, klavsenin atası olabileceğini ve telleri çeken mızrapların, satranç tahtasındaki piyonlara benzemelerinden dolayı bu şekilde adlandırılmış olabileceğini iddia etmektedirler. Her ne olursa olsun, echiquier sözcüğü, 15. yy.dan itibaren kaynaklardan kalkmış, yerini klavikord almıştır.

  1. yy Klavikord 
  2. yy.da üretilen ilk klavikord modelleri, diğer çalgıların aksine, mızrapla tellerin çekilmediği, ancak, titreştirildiği bir sisteme dayanıyorlardı. 20 ila 22 metal tele sahiptiler. 16. yy. sonu ve 17. yy. başında oldukça geliştirilen klavikord, döneminin en popüler çalgısı haline gelmişti. 18. yy.da pianoforte’nin icadından sonra bile, klavikord, uzunca bir süre popülerliğini korudu.Klavikordun yapısında, genellikle, tellerden daha fazla tuş bulunmaktaydı. Çoğunlukla, her bir tele iki ya da üç tuş bağlıydı; erken dönem çalgılarında bir tuş iki mızraplıydı; mızrabın doğru yere vurabilmesi için müzisyen, tuşu eliyle yönlendirmekteydi. Bu, oldukça zor bir yöntemdi ve en basit eserlerin bile çalınmasını güçleştiriyordu. Sorunun çözülmesi için, 1725 yılında Alman Daniel Faber’in bulacağı düzeneğin beklenmesi gerekiyordu.

    Çalgının bir avantajı, sahip olduğu tuş ve mızrabın tek parçadan oluşmasındaydı ki, bu sayede, farklı hareket eden pek çok parçanın birbirleriyle uyumunu sağlama sorunu ortadan kalkmaktaydı. Farklı tel setleri ve el ile işletilen düzeneklerden de uzak olan klavikord, bu nedenlerle ucuza mal oluyor ve bakımı da kolaylıkla yapılabiliyordu.

    Ses volümü çok düşük olmakla beraber, klavikord, çalan kişinin dokunuşunun hassasiyetini yansıtabilmekte ve hoşcrescendo ve diminuendo yapabilmekteydi. Johann Sebastian ya da Emanuel Bach gibi virtüozler, tuşları tutarak ya da titreterek, kendi ifadelerini en üst düzeyde çalgıya yansıtabilmektelerdi. Bu yüzden, klavikordu, geniş bir müzikal ruha sahip ilk klavyeli telli çalgı olarak adlandırmak mümkün olabilir. İfadeli çalabilme özelliği, onu, diğer klavyeli çalgılardan ayırıyordu.

1503 Spinet ve Virjinal

1503 yılında, Venedik’li Giovanni Spinetti, dikdörtgen şeklinde, dört oktavlı yeni bir telli klavyeli çalgı icat etti.Dikdörtgen yapı, ses tahtasının genişlemesine ve tellerin daha uzun olabilmesine olanak sağlamıştı; Spinetti, neredeyse tüm yüzeyi tellerle kapladı. Bununla beraber, uzun teller, mızrabın tellere doğrudan dokunmasına izin vermiyordu; ses elde edebilmek için, mızrabın, teli çekip bırakması gerekmekteydi. Bu çalgıya, mucidinin adından hareketle spinet adı verildi.

Spinetin, müzisyene ifade gücü vermemesi ve mızrabın çekme hareketinden doğan metalik ses rengi gibi dezavantajları vardı; ancak, ses volümündeki yükseklik, onun, kısa sürede popüler olmasına yetti. Bu tarz küçük boyutlu klavyeli çalgılar, portatif olarak taşınabiliyor ve bir masanın üstüne konarak, rezonansları arttırılabiliyordu. Spinetti’nin ürettiği modellerde klavye çalgının dışındayken, 1550’den sonra, Milan’lı Rossi, klavyeyi çalgının içine alan modeller geliştirmişti.

İngiltere’de spinet, virjinal olarak tanınmıştır. Bazı yazarlar, bu iki çalgının birbirinden farklı olduğunu söyleseler de, gerçekte, birbirlerine çok benzerler.

17.yy.ın ikinci yarısından itibaren virjinal sözcüğünün kullanımı, nedenini tam olarak kavrayamadığımız şekilde, gözden düşmeye başlamıştır. Bunun yerine, harpsicon ve daha sonraları da harpsichord sözcükleri tercih edilmiştir.

  1. yy. Klavsen

Daha yüksek ses ihtiyacı, spinetlerin, kanat şekilli daha geniş yapılara evrimleşmeleri sonucunu doğurdu. Birbirine benzeyen virjinal ve spinet, gelişerek, İngilizce’deharpsichord, Fransızca’da clavecin, Almanca ve İtalyanca’dacembalo ya da clavicembalo diye adlandırılan çalgıya dönüşmüştür.

15. yy.da klavsen, deneysel gelişimini tamamlamış ve genel kullanıma sunulmuştu. 1440 yılında Burgundian Sarayı astronomu Henri Arnault de Zwolte, geniş birclavicymbalum (klavsen) diyagramı çizmişti. Arnault, şekli açıklarken, telleri, kuş tüyünden yapılan mızrapların çektiğini yazmıştı. 1500’lü yıllarda ikinci tel seti ve 1579’da da, bir üst oktavdan tınlayan üçüncü tel seti eklenmişti. 17. yy.da, dönemin en gözde çalgısı olan lavta ile rekabet edebilecek durumdaydı. Takip eden yıllarda, Avrupa’nın en popüler çalgısı oldu ve besteleme tekniklerini derinden etkiledi.

Fransa’da Chambonniéres ve Louis Couperin gibi bu çalgıya odaklanmış besteciler, kendilerini takip eden Jean -Philippe Rameau ve François Couperin ile birlikte, ünlü Fransız Klavsen Okulu’nu oluşturdular. Çalgı, Almanya’da Bach ailesini ve İspanya’da da, İtalyan besteci Scarlatti’yi derinden etkiledi.

Klavsenin sesi temiz ve parlaktı; çalındığında, sanki bir grup gitar çalınıyormuş gibi bir hava yaratıyordu. 1700’lü yılların sonuna gelindiğinde klavsen, pianoforte karşısında popülerliğini yitirmeye başladı; bunun en önemli nedeni, klavsene sürekli uygulanan teknik gelişmelere rağ men, çalgının, piyano ya da klavikordun sunduğu “ifadeli çalma” özelliğinden yoksun olmasıdır.

  1. yy Santur / Pantaleon

Santur, Asya’dan çıkmış, kökleri çok eskilere dayanan bir çalgıdır. Her iki kenarında köprülerin bulunduğu ahşap bir ses tahtası, ana yapısını oluşturur. Köprülerin arasına gerilen farklı uzunluk ve kalınlıktaki teller, kendi aralarında bir dizi oluştururlar. Müzisyen, elinde tuttuğu çubuklarla tellere vurarak ses elde eder. Müzikal olmayan seslerin çıkmasını engellemek için, çubukların uçları yumuşatılmıştır. Santur, günümüzde, orta ve doğu Avrupa’da simbalom adıyla hala kullanılmaktadır.

18. yy. sosyal düşüncesi içerisinde santur, düşük sınıflara ait bir çalgı olarak görülüyordu. Müzikal kapasitesi üstünde derin olarak düşünülmemişti; hatta, çalgı için yazılmış kaynak dahi yoktu. Kukla tiyatrolarında, ya da köy evlerinde kendine yer bulabilmişti. Diyatonik dizinin özelliklerini büyük ölçüde yerine getirebiliyor, kromatik dizide ise varlık gösteremiyordu. Almanlar, o dönemde bu çalgıya, sucukların doğrandığı tahtalardan esinlenerek hackbrett diyorlardı.

18. yy.ın ikinci yarısında, güçlü bir kemancı ve dans ustası olan Pantaleon Hebenstreit, santur çalgısına getirdiği yeniliklerle adından söz ettirecek, bu çalgının verdiği fikirler, pianoforteye uygulanacaktı. Pantaleon, dinamik farklılıklar yaratarak, tellere çekiçlerle vurma fikrinin sağlamlaşmasına büyük katkıda bulunmuştu.

1711 Piano e forte

Floransalı Bartolomeo Cristofori, 1711 yılında “Piyano e forte” hem hafif hem kuvvetli çalınabilir adlı yeni bir müzik aleti icat etti.Bu çalgı üzerinde hem hafif seslerin hem de kuvvetli seslerin çıkartılması olanaklıydı.Bunun için adına İtalyanca “hafif ve kuvvetli” anlamına gelen “Piyano e forte” dendi. Yeni bir icat sayılan piyanonun sesleri meşin kaplı küçük seslerin tuşlar aracılığıyla harekete geçirilerek tellere vurması ile elde ediliyordu.Aletin mekanizması sesler sayısında küçük çekiçler ,o çekiçleri harekete geçiren manivelalar ve bir de tellerin titremesini durduran susturucu çuha bölümü bulunuyordu.

1716 Marius ve Schroter 

​Piyanonun temelini oluşturan çekiç mekanizmasını Cristofori’den önce iki kişi tarafından icat edildiği öne sürülmüştür.Biri Marius adındaki Fransız klavsen yapımcısıydı.1716 yılında “clavecin a maillet” (çekiçli klavsen) adını taktığı dört mekanizma modelini Paris akademisinde sunmuştu.Marius’un klavsen aletine çekiçli mekanizmalı koymaktan amacı klavsende mızrap olarak kullanılan ve çabuk eskiyen tüy uçlarının değiştirilme zorluğunu ortadan kaldırmaktı. Schroter adındaki Alman müzikçi ise yeni mekanizmanın mucidinin kendisi olduğunu söylemiştir.

1720 Cristofori’nin geliştirmeleri

Cristofori, 1720 yılında mekanizmasını geliştirirken, günümüzde una corda adıyla adlandırdığımız sol pedalın yarattığı etkiye benzer biçimde, elle kullanılan ve klavyeyi yana kaydıran bir mekanizma da yerleştirmiştir.

Cristofori, öldüğü 1731 yılına dek 20 civarında piyano üretti.

1726 Silbermann’ın piyanosu 

Almanya da Freiburg kentinde Silbermann adında birisi 1726′da iki piyano yaparak Cristofori’nin icat ettiği mekanizmayı kullanmaya başlamıştı. Silbermann her iki piyanoyu J.S.Bash’a gösterdiyse de Bach bunların ince seslerinin zayıfladığından ve tuşların sertliğinden şikayet etmiştir. Silbermann bu yolda ki çalışmalarını sürdürerek Bach’ın övgülerini kazanmayı başarmıştı.

1732 Piyano için yazılan ilk müzik 

Cristofori’nin öldüğü yıl olan 1732, piyano için yazılan ilk müziğin basıldığı yıldır. 18. yy.ın büyük bölümünde piyano, farklı ülkelere ihraç edilse de, aristokrat patronlar, bunların hizmetindeki müzisyenler ve çalgı üreticilerinden oluşan çok dar bir kesime hitap ediyordu. Saray odalarındaki özel performanslarda solo, ya da eşlik çalgısı olarak kendine sınırlı bir yer bulabiliyordu.

Piyanonun gönderildiği ilk saray, Lizbon’daki Portekiz Sarayı’d ır. Burada Kral V. Joao ve Kraliçe Maria Anna, Domenico Scarlatti gibi bestecilere ve bazı İtalyan opera sanatçılarına patronluk yapıyorlardı; İtalyan müziğine düşkünlükleri, birkaç Cristofori pianofortesini satın almalarına yol açtı. Kralın küçük kardeşi olan Dom Antonio de Bragança, İtalya’da bulunmuş ve Scarlatti’den klavsen öğrenmişti; Bragança, pianoforte çalgısı için yazılan ilk müziğin ithaf edildiği kişi olacaktı. Tuscan’lı orgçu Lodovico Giustini, 1732’de Floransa’da yayınlanan 12 solo sonatını, bu prense adamıştı.

Giustini’yi takip eden 30 yıl içerisinde pianoforte, gelişmesine devam etse de, bu çalgıya yazılmış herhangi bir esere rastlanmamaktadır; bu da, çalgının hitap ettiği kitlenin henüz çok kısıtlı olmasından kaynaklanmıştır.

1773 Clementi ve sonat formu 

 

Piyano için eser veren ilk besteci Muzio Clementi’dir.1773 de henüz on sekiz yaşındayken piyano için üç sonat yazmıştır. Böylelikle piyano çalma tekniğinin temelleri atılmış oldu.

Muzio Clementi modern piyano tekniğinin babası olarak anılan İtalyan asıllı İngiliz bestecidir. Mozart ve Beethoven gibi büyük bestecilerin çağdaşı olması, onun besteci olarak ününü gölgelemiş olsa da piyano müziği alanında özellikle de sonat formunun gelişiminde büyük yeri vardır. Clementi sonatinaları (küçük sonatlar) halen tüm dünyada piyano öğrencileri tarafından çalınmaktadır. Etkisi, çağının çok ötesine uzanmış bir sanatçıdır.

Clementi resital piyanisti kariyerine 18 yaşında başladı. 1774’te Sir Peter Beckford’a olan yükümlülükleri sona erince Londra’ya taşındı. 1779’da yayımladığı 6 piyano sonatı ile ün kazandı. Bu eserler müzik dünyasında piyano sonatı ile klavsen sonatının birbirinden ayrılmasını sağladı.

1766 Zumpe piyanosu 

İlk piyanolar, biçim bakımından o zamanın klavikordlarına benzediğinden kuyrukluydu.Ünlü org yapımcısı Frederici, dört köşe piyanoyu icat etti. Zumpe adını taşıyan Alman klavikord yapımcısı Londra da dört köşe piyanoyu çok sayıda imal ederek İngiltere’ye yaydı. En eski Zumpe piyanosunun yapılış tarihi 1766′dır.

1770 – 1800 Piyanonun yaygınlaşması 

 

İngiliz grand piyanolarının 1770’lerdeki Viyanalı rakibi, gerçekte Viyana yerine Augsburg’da yerleşik Johann Andreas Stein idi. İngiliz piyanolarına göre kasası çok da derin olmayan çalgısı, bu görüntüsünün uyandırdığı daha zayıf imajı, aslında, hak etmiyordu. Pedallar yerine Stein, diğer Alman ve Viyanalı üreticiler gibi, dizle kullanılan ve klavye yatağının altına monte edilen mekanizmalar ı tercih ediyordu. 1800’den sonra onlar da pedal kullanımına geçtiler ve süratle pedal sayısını artırdılar. Bazı piyanolarda pedal sayısı yediye kadar çıkıyordu, bunlardan birisi de, Mehter müziğini taklit etmeye yarayan “Yeniçeri” pedalıydı.

1790’larda, İngiliz ve Alman grand piyanoları, boyut ve kapasite olarak gittikçe genişlemeye başladılar ki, bunda, Londra konser salonlarının parlak ismi Jan Ladislav Dussek’in yaptığı uyarıların da etkisi vardır. Beş buçuk oktavlık aralık, aynı on yıl içerisinde, Broadwood tarafından özel sipariş olarak altı oktava çıkartılmış ve bu yapı, ancak 1810’larda standart hale getirilmiştir (do-do aralığı; 6 oktav). Avusturya ve Almanya’da, altı oktavlık yapı, orta do’nun iki oktav ve bir beşli aralık altındaki fa notasından başlayarak şekillenmişti ki, Beethoven’ın geç dönem eserleri ile Schubert’in eserlerinin çoğunluğu, bu aralıkta yazılmıştı.

İlk altı oktavlı piyanoyu John Broadwood 1794′te yaptı. 1796′da Erard ilk “kuyruklu piyano”yu geliştirdi.

1825 Tek parçalı dökme piyano 

1825’te Boston’da Alpheus Babcock, tek parçalı dökme piyano gövdesinin patentini aldı ve çapraz telli piyanolar imal etmeye başladı. Çapraz tel sistemi tellerin daha uzun olmasını temin ediyor, bu uzunluk sebebi ile daha fazla gerilmeleri gereken tellerin bu kuvvetini de tek parçalı dökme sistem karşılıyordu.

1904 Anadolu da yapılan ilk piyano 

1904 yılında Taşköprülü Mehmet Usta tarafından yapıldı. Bu sıralarda, yalnız Almanya’da 600’den fazla piyano fabrikası vardı.

Kastamonu Sanayi Mektebi’nde dokumacılık ve halıcılığın gelişmeye başladığı bir sırada, Taşköprülü oğlu Mehmet Efendi evinde kurduğu bir atölyede çekmece, dolap vesaire imalatı ile meşgul iken, o tarihlerde Kastamonu’da yol yapımı ile görevli İtalyan mühendis Carlo, evine bir konsol yapmasını ister. Mehmet Efendi konsolu yapar. Carlo’nun evine götürüldüğü zaman orada piyanoyu görür ve bu piyanonun bir krokisini Mösyö Carlo’dan rica eder. Carlo Avrupa’da yapılan söz konusu piyanonun bir Türk marangozu tarafından yapılamayacağını düşündüğü için, krokiyi vermekte beyis görmez. İstediği zaman evine gelip yapacağı piyano üzerinde incelemelerde bulunmasına müsaade eder.

Mehmet Efendi bu kroki üzerinde piyano inşasına başlar. O yarım alet ve edevat ile Avrupa’da yapılan piyanolara benzer bir piyano yapar. Tellerinin sargısını adi bir tire makarası ile sarar. Üzerindeki tuşların beyaz kemiklerini çakı ucu ile yontmak suretiyle meydana getirir.

Daha sonra, söz konusu piyanoyu Vali Enis Paşa satın almış ve Padişaha takdim eylemek üzere İstanbul’a göndermiştir .İkinci Abdülhamit marangozluğa da merakı olduğundan piyanoyu görür görmez Mehmet Efendi’nin ailesi ile birlikte İstanbul’a gelmesini ister. Mehmet Efendi ailesi ile birlikte İstanbul’a gelir. Yıldız Sarayı’ndaki marangozhanede çalışmaya başlar.

1906 Taş köprülü’nün ikinci piyanosu 

Taşköprülü’nün yaptığı 2. piyano 19 Kanunevvel 321 (1 Ocak 1906). Ustanın bu ürünü Padişah Abdülhamit tarafındanAlman İmparatoru II. Wilhelm’e hediye edilir. Çalışmalarının karşılığı olarak hem Abdülhamit hem de Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından nişan ve hediyelerle ödüllendirilir. Padişah Abdülhamit’in tahttan indirilmesi sonrası Yıldız Sarayı’ndan çıkartılan Mehmet Usta Kastamonu’ya döner. Kastamonu Sanat Okulu Ahşap işleri öğretmeni olarak görevlendirilir.

Taşköprülü toplam 6 piyano yapmış, yanında çalışanlardan yalnız İhsan Efendi piyano imalâtçısı olarak yetişmiştir.

1920 Kendi kendini çalan piyanolar

“Player piano” olarak da bilinen kendi kendini çalan piyanolar 1920’li yıllarda popüler hale geldi. Özellikle barlarda bu piyanoları görmek mümkündü. Kendi başına çalışan makinelerin ilk örneklerinden olan bu piyanolar daha sonra radyonun gelişmesi ve yaygınlaşması ile gözden düştü.

1930 Minyatür duvar piyanosu 

Varyasyon arayışları sırasında ortaya çıkan ve satışları artırmak için tasarlanan duvar piyanolarının daha da küçük versiyonları piyasaya çıktı. İnsanlar bu yeni boyutları çok sevdiler ve piyano evlerde yaygınlaştı.

1947 Elektrik piyano

Elektrik piyano 1947 yılında Fransa’da icat edildi. 1955’ten sonra bu piyano türü patlama yaptı ve hayli yaygınlaştı.

1950 Türkiye’nin 7. piyanosu 

1950 yılında, Ankara Erkek Teknik Öğretmen Okulu’nunMüzik aletleri Yapım Bölümü’nde, her şeyi ile Türk sanatçılarının emeği ile bir piyano yapılmıştır. Bu piyano,Türkiye’de yapılan yedinci piyanodur.

1957 yılında Müzik Aletleri Yapım Bölümü Ankara Devlet Konservatuarı’na nakledilmiş, burada 1966 yılında bir piyano daha yapılmıştır.

1973 Türkiyede Yapılan 10. Piyano

Müzik Aletleri Yapım Bölümü’nde 1973 yılında da iki piyano daha imal edilmiştir. Dökme demir gövdeli ve çapraz telli olan bu piyanolar, halen Ankara Devlet Konservatuarı’nda kullanılmaktadır.

2000 Piyanonun 300. Doğum Günü

​İlk piyanonun üretiminin 300. yılı kutlandı. Müzikte yeni bir boyut açan, kalbe ve ruha seslenen; ağacın, metalin, çekiçlerin ve iplerin birleşiminden meydana gelen bu büyüleyici enstrümanın 300. doğum günü tüm dünyada piyano sergileri ve konserlerle geniş çapta kutlamalara sahne oldu.

Umarım Yazımızı beğendiniz. Sizlerde bizlere katkıda bulunmak için facebook , instgram , twitter veya info@senkronmuzikkursu.com adresinden mail atarak merak ettiğiniz konular hakkındaki yazıları bizlerle paylaşabilirsiniz.

Yoruma Kapalı.